11 Aralık 2011 Pazar

Hayat Gelip Geçerken



'' En güzel masal yaşanarak yazılmış olandır'' 

İnsan... Ne çok şey bekler, bir varmış birde yok olacak olan şu kısacık hayattan. Bir kere gelmiştir ne de olsa. Doya doya gezmek, eğlenmek, yemek, içmek, sevmek, sevilmek, gülmek... ister.
  İnsan umut eder, bekler, mutlu olmak ister. Umut; Kalbe atılan ve ebede açan nazlı bir çiçektir. Ha soldu ha solacak. Dokunsan kırılacak, bıraksan kaybolacak. Beklemek; Sabrın umutla eğilmesidir secdeye. Geceyi güne, dikeni güle, yaşı göze eklemektir.
   Hayatı idame etmenin özüdür mutluluk. Dünyada keşfedilmiş onca kıta, icat edilmiş nice araç gereç vardır. Ama gelin görünki yüzyıllardır ne bulduğumuz kıtalarda, ne de icatlar arasında yoktu asıl aradığımız. Adına aşina kulaklarımız onla ilgili pek çok masal dinlese de, onu arzulayan gönlümüz emeline bir türlü ulaşamadı.
  Mutluluk nerede diye sorarız çoğu zaman. Hiç kapımızı çalmamıştır bizce. Peki, neden mutsuzuz? Aslında cevap içimizde yankılanıyor ve bedenimizin sol köşesinde çarpıyor. Mutluluğun temeline fena taşlarını oturtmuşsak nafile çabalarımız. Sonu olan bir şey mutluluk getirmiyor. Demek temele beka yerleştirildiğinde hakiki mutluluğu buluyor insan, elemsiz mutluluk vereni.
  Diyorum ki; arzularımızla örülü duvarı aşsak da baksak kendimize. Umutlarımızı hangi beklentiler üzerine taç yapmış, mutluluğumuzu hangi hırsıza kaptırmış, hayallerimizi hangi çıkmaz sokağa bırakmışız ve hayata hangi manaları yüklemiş, yüreğimizi hangi taş altında defalarca ezmiş ve kendimizi nefsimize nasıl teslim etmişiz?
  Ve bunlar için dönüp kimleri suçlamışız. Oysa kuyruğunu yakalamaya çalışan bir kediden pekte farklı değiliz. Elini geriye götürmesiyle yakalaması an meselesi iken dönerde durur o meşhur kedi. İşte bizde suçluyu ararken böyleyiz. Aynaya baksak göreceğiz ta kendimizi...
  En büyük suçlu hayattır der kimileri. Hayatın ne olduğunu biz belirleriz. Hayattan ne bekliyorsak bizim için hayat odur. Para, mal mülk, makam mevki, şöhret...
Beklentilerimizi, umutlarımızı, hayallerimizi, sevgilerimizi kimlere, nelere hasretmişiz ki karşılığında bu kadar üzüntü duyuyoruz. Her insan kendi acısının mimarı, bir nevi. Ellerimizle önce acıyı inşa ediyor, sonra en büyük dilimi yiyoruz.
  Giydiğimiz bir giysinin bize ne kadar yakışacağını, yiyeceğimiz hangi yemeğin bize daha çok lezzet vereceğini, evimize hangi marka eşya alacağımızı, arabamızın hangi model olacağını, yanımıza kimin daha çok yakışacağını düşünmekten duymadık sol yanımızda çığlık çığlığa çarpan o sesi. Kalbimizi... 
  Asıl isteğinin sonsuz bir muhabbet, elemsiz lezzet, hakiki mutluluk olduğunu görmezden geldik. Bunu bize hiçbir dünya saltanatının vermeyeceğini bilmezden geldik. Asrın hâkimi bağırıyordu oysa'' Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı imân ile hayatlandırınız ve ferâizle (farzlarla) zînetlendiriniz (süsleyiniz) ve günahlardan çekinmekle muhâfaza ediniz.
  Hak katında bir yudum duadan hangi ses daha kıymetlidir, teslimiyetle secdeye eğilen baştan hangi ziynet daha süslüdür, iftarı bekleyen bir müminden, daha sevimli olan nedir?
  Bugün elinizin tersiyle itin sizi size unutturan tüm meşguliyetlerinizi. Kendinizle baş başa kalın ve dinleyin solunuzda konuşan o sesi. Size çok şey fısıldayacak.
Unutmamak gerek ''Dünya derin bir denizdir. Hayat ise gemi, Ve herkes kendi gemisinin kaptanıdır. Rotamız belli elbet, ama dümen bizim elimizde''...
                                                                                                                                Elmas Kılıç





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder