31 Aralık 2011 Cumartesi

Dilek Ağacı



DİLEK AĞACI

Sabrı kundaklamış, yüreğinin beşiğinde sallıyor beyaz elleri
Bir dilek ağacında aslı kalmış o küçük hayalleri mini minnacık evi,
Evinin bahçesinde açan mor sümbülleri, laleleri.

Hüznü almış koynuna sıkıca sarmış sarmalamış yüreği
Nazlı bir bebek gibi büyütmüş dizinde sessizliği
Sessizliğin içinde açan peygamber çiçeklerini.

Umudu fısıldamış soğuk çöllerde Hacerî bir teslimiyetle
Beklemek ve gitmek arasında gidip gelmiş günler gecelerce
Gecenin karasını katmış gözlerinin rengine.

Dua olup dökülmüş sevdası secdelere senelerce,
Ayrılık kalemini sürme diye çekmiş gözüne
Gözünde bir serâb olmuş beklenen hayaliyle.

Bir dilek ağacında asılı kalmış elleri,
Ellerinde peygamber çiçekleri
Gözlerinin rengi
Beklenenin hayali
...
Elmas Kılıç






28 Aralık 2011 Çarşamba

16 Aralık 2011 Cuma

Bekleyen Ve Beklenen



Gelen bir e-postaya takılıyor gözüm beklemek üzerine yazılmış olan.Açıp açmamak konusunda önce kararsız kalıyorum, sonra gözlerimi kelimelerin büyülü bahçesinde buluyorum.Yıllar önce ezberlediğim ama uzun zamandır anmadığım bir Necip Fazıl klasiği.

  ''Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
      Ne de şeytan, bir günahı,
    Seni beklediğim kadar.''

Bu kadar kısa ve öz anlatılır beklemek.Ama dolu dolu, bu upuzun duygu... Okuyana, beklemenin satırlar üzerinde can bulduğunun ispatı oluyor adeta her bir dize.Hayatın, belkide insan yüreğinin geç kalmayı affetmediğini haykırıyor bize.Her çiçeğin mevsiminde güzel olduğuna inanlardanım bende.Bazı şeyler vardır ki bir kez yaşarsınız sadece ömrünüzün o anına mahsustur.Sonra biter gider anılarla.Bu yüzden, işte sırf bu yüzden inançlarımız,umutlarımız,doğrularımız,sevgilerimiz uğrunda savaşmalıyız sonuna kadar.Kazanmayı ya da kaybetmeyi zerre düşünmeden.Çıktığım yolun sonuna varabilir miyim acaba? tereddütlerini akıldan bile geçirmeden.Çünkü bizim işimiz bu değil.Bize düşen sadece o yolda yürümek, yolun sonuna varmışız varmamışız ne çıkar, savaşı kazanmışız kaybetmişiz kime ne.Hani derlerya ''Uğrunda savaşmadığın şey senin değildir'' diye.
Şöyle bir göz gezdirmek lazım elimizdekilere,dilimizdekilere ve yüreğimizdekilere.Eğer üçünü de birleyebilmişsek o zaman pişman olmak için bir neden yok demektir.Çünkü biliriz ki savaşmışızdır o uğurda, korkakça geri çekilmemişizdir hayatın karşısında.
''Ama buna rağmen olmuyor, Ya sonra!'' dediğinizi duyar gibiyim. İnsan olarak yapmış olduğumuz eylemlerin hangisinin sonunu bilebilmişiz ki? Sonrayı sona bırakıp elimizden geleni yapmış olmanın rahatlığını yaşamaya bırakın, bekleneninde bekleyeninde üstündekine teslim edin kendinizi.Sakın bir huzursuzluk kaplamasın içinizi.Hatırdan çıkarmamak gerek bizi bizden çok düşüneni.
...
Ve devam ediyor içinde kendinizi bulduğunuz kelimeler ince bir ipe serilir gibi ;
  
    ''Geçti istemem gelmeni,
        Yokluğunda buldum seni;
        Bırak vehmimde gölgeni,
              Gelme, artık neye yarar?
''
(1)
  
Beklenenin sureten gelmemiş olması aldatmasın sizi.Eğer herşeyiyle yüreğinizde ve içinizde ise gitmemiştirki. Zor olanı başarmış, sizde bulabilmişseniz yokluğunda bekleneni sahiden gerek kalmamıştır gelmesine.Çünkü artık siz siz olmaktan çıkmış o olmuşsunuzdur.Sesinizle, sözünüzle, bakışınızla, duruşunuzla... Baştan aşağı, içerden dışarı değişmişsinizdir farketmesenizde.Aynaya her bakışınızda gördüğünüz siz değilsinizdir.Demem o ki beklemek hem zehirden acı hem baldan tatlıdır.Hem derttir hem deva, hem hastalıktır hem şifa...

Ve beklemek, küçük yüreklerin büyük işidir.

Elmas Kılıç 

(1) Necip Fazıl Kısakürek-Beklenen


14 Aralık 2011 Çarşamba

İzdüşümler...




Bir sabah uyansam ve kaybolsam bu kentten.Ben bile bilmesem.Ruhumun limanına sığınmış kırgınlıklarımı dev dalgalara salıversem.Yol alıp gitse uzaklaşsa okyanuslara...
Usulca yol alsam ama sağlam adımlarla.Arınsam tüm kaygılarımdan.Korkularımı yağmurla yıkasam, hayallerimi masmavi gökyüzüne yazsam ve ümitlerimi toprağa atsam.Yeni bir baharda dirileseler solmamak üzere.
Bir sabah uyansam ve bilmese kimse.Son kez dönsem köşesinden sokağın.Saatlerce gelmesini beklediğim otobüs durağına uğramadan,her sabah işe giden Hacer abla ile selamlaşmadan.Hani diyorum ardına bile bakmadan...
Yanıma hiçbirşey almadan,hiçkimseyle vedalaşmadan, bir damla gözyaşı akıtmadan...
Ne annemin boynuna sarılsam, ne babama giderken el sallasam.
Dedimya bilmese kimse, ben bile.Avlusunda oturmaya doyamadığım o camiye son kez uğrasam.Biliyorum garipser bu kez güvercinler onlara yem atmayaşımı.Musalla taşı ile ilk ve son defa kucaklaşsam ve uzaklaşsam...
Kimse görmese,farketmese hani diyorum yol arkadaşım daha fazla beklemese.Teslim etsem emaneti sahibine.
Bir sabah uyansam, ama ben olmasam.Kaybolsam, bilmese kimse, ben bile...

                                                                                                                              Elmas Kılıç

11 Aralık 2011 Pazar

Hayat Gelip Geçerken



'' En güzel masal yaşanarak yazılmış olandır'' 

İnsan... Ne çok şey bekler, bir varmış birde yok olacak olan şu kısacık hayattan. Bir kere gelmiştir ne de olsa. Doya doya gezmek, eğlenmek, yemek, içmek, sevmek, sevilmek, gülmek... ister.
  İnsan umut eder, bekler, mutlu olmak ister. Umut; Kalbe atılan ve ebede açan nazlı bir çiçektir. Ha soldu ha solacak. Dokunsan kırılacak, bıraksan kaybolacak. Beklemek; Sabrın umutla eğilmesidir secdeye. Geceyi güne, dikeni güle, yaşı göze eklemektir.
   Hayatı idame etmenin özüdür mutluluk. Dünyada keşfedilmiş onca kıta, icat edilmiş nice araç gereç vardır. Ama gelin görünki yüzyıllardır ne bulduğumuz kıtalarda, ne de icatlar arasında yoktu asıl aradığımız. Adına aşina kulaklarımız onla ilgili pek çok masal dinlese de, onu arzulayan gönlümüz emeline bir türlü ulaşamadı.
  Mutluluk nerede diye sorarız çoğu zaman. Hiç kapımızı çalmamıştır bizce. Peki, neden mutsuzuz? Aslında cevap içimizde yankılanıyor ve bedenimizin sol köşesinde çarpıyor. Mutluluğun temeline fena taşlarını oturtmuşsak nafile çabalarımız. Sonu olan bir şey mutluluk getirmiyor. Demek temele beka yerleştirildiğinde hakiki mutluluğu buluyor insan, elemsiz mutluluk vereni.
  Diyorum ki; arzularımızla örülü duvarı aşsak da baksak kendimize. Umutlarımızı hangi beklentiler üzerine taç yapmış, mutluluğumuzu hangi hırsıza kaptırmış, hayallerimizi hangi çıkmaz sokağa bırakmışız ve hayata hangi manaları yüklemiş, yüreğimizi hangi taş altında defalarca ezmiş ve kendimizi nefsimize nasıl teslim etmişiz?
  Ve bunlar için dönüp kimleri suçlamışız. Oysa kuyruğunu yakalamaya çalışan bir kediden pekte farklı değiliz. Elini geriye götürmesiyle yakalaması an meselesi iken dönerde durur o meşhur kedi. İşte bizde suçluyu ararken böyleyiz. Aynaya baksak göreceğiz ta kendimizi...
  En büyük suçlu hayattır der kimileri. Hayatın ne olduğunu biz belirleriz. Hayattan ne bekliyorsak bizim için hayat odur. Para, mal mülk, makam mevki, şöhret...
Beklentilerimizi, umutlarımızı, hayallerimizi, sevgilerimizi kimlere, nelere hasretmişiz ki karşılığında bu kadar üzüntü duyuyoruz. Her insan kendi acısının mimarı, bir nevi. Ellerimizle önce acıyı inşa ediyor, sonra en büyük dilimi yiyoruz.
  Giydiğimiz bir giysinin bize ne kadar yakışacağını, yiyeceğimiz hangi yemeğin bize daha çok lezzet vereceğini, evimize hangi marka eşya alacağımızı, arabamızın hangi model olacağını, yanımıza kimin daha çok yakışacağını düşünmekten duymadık sol yanımızda çığlık çığlığa çarpan o sesi. Kalbimizi... 
  Asıl isteğinin sonsuz bir muhabbet, elemsiz lezzet, hakiki mutluluk olduğunu görmezden geldik. Bunu bize hiçbir dünya saltanatının vermeyeceğini bilmezden geldik. Asrın hâkimi bağırıyordu oysa'' Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı imân ile hayatlandırınız ve ferâizle (farzlarla) zînetlendiriniz (süsleyiniz) ve günahlardan çekinmekle muhâfaza ediniz.
  Hak katında bir yudum duadan hangi ses daha kıymetlidir, teslimiyetle secdeye eğilen baştan hangi ziynet daha süslüdür, iftarı bekleyen bir müminden, daha sevimli olan nedir?
  Bugün elinizin tersiyle itin sizi size unutturan tüm meşguliyetlerinizi. Kendinizle baş başa kalın ve dinleyin solunuzda konuşan o sesi. Size çok şey fısıldayacak.
Unutmamak gerek ''Dünya derin bir denizdir. Hayat ise gemi, Ve herkes kendi gemisinin kaptanıdır. Rotamız belli elbet, ama dümen bizim elimizde''...
                                                                                                                                Elmas Kılıç





11 Kasım 2011 Cuma

Yok Bir Masal Düşleri





'’Kayıp bir çocukluk  düşü, anlatılmamış masal
Yanmayan ateş, esmeyen rüzgar’’...

Böyle başladı yolculuğu bilinmezlik şehrinde yüreğin.
Kimi zaman en karanlığında saklandı gecenin
Yahut tam ortasındaydı, kendini yakacak güneşin.
Sürüklenmeliydi en deli akıntısında nehrin.
Ve rüzgarın en poyraz yanı götürmeliydi onu gökyüzüne
Bir yağmur bulutunun en berrak damlası olmalıydı,
Gökkuşağının en renkli yanı, papatyanın solmayan sarısı...
Ya yakın olmalıydı bir an kadar ömrüne,
Ya da uzak bir bahar, Yüreğine.

‘’ Yüzümün gizli tebessümü
Kelimelerimin sessiz hüznü’’...

Öyle bir gelmelisin ki utanmalı gitmeler,
Başını yere eğmeli sevmeler
Ve  sana adanmalı gelmiş geçmiş tüm seneler.
Gökyüzünün en özgür yanı olmalı bakışların
En parlağı yıldızın ve ayın,
Çiçeklerin en güzeli kokmalı mevsiminde
Sevinç yağmalı dilinden dökülürcesine yüreğime
Islatmalı içimi sözcüklerinin her bir hecesi sessizce
Ve sana teslim edilmeli o büyülü kelime.

‘’ Ey benim zamana bırakmışğımda bulduğum
Ve zamanla yitirmekten korktuğum;
ş bitti, masal çoktan bilindi
Rüzgar ateşi körükledi.
Beklenilen sadece gelmeyecek bir bahar idi
...


Elmas Kılıç

9 Kasım 2011 Çarşamba

HAYAT GİDER İZİ KALIR


‘’ İnsan dediğin ömrü yolda geçen bir varlıktır.

Geçmişten gelirken, şimdiden geçerek geleceğe gider.
Ve tüm zamanlarda yolculuk yapar.’’


En soğuk kelime nedir diye sorulduğunda, hemen hepimizin aklına gelen sözcük aynıdır: Ölüm...
Ölüm; birilerinin dünyadan geçerken, birilerinin dünyaya gelmesiydi. Nakış nakış işlenmesiydi ecel ipliğiyle ömür yakasına. Yaşama olan borcumuzu ödemekti verdiğimiz son nefesle… Hayattan alacağımızın da, hayata vereceğimizin de kalmamasıydı bir bakıma. Yahut ardımızda bıraktığımız insanları anıların arasında öğütmekti tane tane ve sabırdan örülü elekten geçirmekti…
Gidenin ardından bir kürek toprak atmaktı kimi zaman, gözyaşları ile o toprağı sulamak ya da sessiz yakarışları sığdırmaktı Fatihalara, Yasinlere…
İçimizdeki sessizliğin büyüyerek, yokluk duvarlarına çarpıp, etrafa saçılmasıdıydı kırık dökük. Anıların, izlerin parçalanması. Her bir parçada gidenin aranması...
Ölüm; aradıklarımızı, kaybederek, vazgeçerek, can vererek bulmanın adıydı yani. Firak kuyularında vuslata ermek, fenada beka bulmaktı. Acizliğimizin, fakirliğimizin hasretlerimizin, acılarımızın sonu, sonsuzluğun ise başlangıç noktasıydı. Ölüm sonsuzluğa açılan bir pencereydi.
Penceredeki manzarayı belirleyen ise insanın ta kendisiydi. Kimisi ayrılık dedi ona kimisi özlem… Kiminde Şeb-i Arustu, kiminde terhis tezkeresi. En sevdiği uğruna (Allah Cc) candan geçebilmekti. İsmail’ce [as] bir teslimiyetin yahut İbrahim’ce [as] tevekkülün adıydı ölüm.
Mevlana Rumi aşık ile maşuk arasında ancak zar gibi olan bir gömleğin çıkarılması olarak anlatır onu..
Zahiren bakıldığında, soğuk, korkunç, çirkin bir idam sehpası olarak görünür gerçi…Lakin ardında nice güzellikleri saklayan bir hakikattir o. Ebu Laşey’ e göre ;’’ Ehli iman için ölüm, kulluk vazifesinin bitişi, öteki aleme giden sevdiklerimize kavuşma vesilesi, dünya zindanından cennet bahçelerine bir davettir,mesela.
Nasıl, tohumun toprağa atılması, o tohumun çürüyüp dağılması gibi görünse de, aslında perde arkasında gayet muntazam bir yoğuruşla o topraktan boy vererek yeniden doğması anlamı taşır. İşte ölüm de öyle bir dönüşümü hakikatinde taşır!
Hâsılı, mademki ölüm; bir yok oluş, kayboluş, bitiş değil; yeniden doğuş, diriliş, uyanış… O halde zamanın Bedii’ ne kulak vermeli ve onun dediği gibi nefsimize demeli;
‘’... Ey nefis! Başta Habibullah, bütün ahbabların kabrin öbür tarafındadır. Burada kalan bir iki tane ise, onlarda gidiyorlar. Ölümden ürküp, kabirden korkup, başını çevirme. Merdane kabre bak, dinle ne talep eder.Erkekçesine ölümün yüzüne gül; bak ne ister. Sakın gafil olup ikinci adama benzeme...’’
Şimdi, yaptıklarımızı, yaşadıklarımızı, mihenke vurma vakti. Ölüm de doğum gibi bir gerçek olduğuna göre ona hazırlanma, onu daha sık hatırlama vakti. İnsan dediğin ömrü yolda geçen bir varlıktır. Geçmişten gelir, şimdiye uğrar, geleceğe gider. Tüm zamanlarda yolculuk yapar yani.
Hepimiz hayat treninin farklı vagonlarında yolculuk yapsak da aynı durakta ineceğiz. O son durakta bize eşlik eden, yol arkadaşımız olan imanımızı kavileştirenler kervanında olanlara müjdeler olsun, binler selam olsun... 



                                                                                                                                                                        Elmas Kılıç 
                                                                                                                                                                                

3 Eylül 2011 Cumartesi

SON bir ömrün BAHAR ından...


Mevsimlerden Eylül
Aylardan sonbahar.
Çiçekler soldu çoktan
Artık sarı sıcak yapraklar.

Gökyüzünün rengi değişti,
Gri şimdi bulutlar.
El salladı göçmen kuşlarda uzaktan
Hüzün yağdı gönüle kara topraktan.

Veda havası çalan, hicaz makamından.
Şarkımı bir rüzgar mırıldanır, uzaklardan.
Son yaprakta yere düşer dalından
Kurumaya en mahkum yanından.

Yüreklere güz değdi hiç acımadan
Umut yerini çoktan sabra bıraktı usançtan
Ve yol aldı son sabırda kışa, sonbahardan.

Gözlerinde yazdan kalan sıcak bir sevinç,
Yerini çoktan bıraktı hazana.
Ve yıllar biriktirdi harcamadan derin izleri alnına
Aklar düşürdü saçlarına bu sonbahar...

Gölgende birikti dağ gibi günahlar,
Dilinde dünden kalan ah-u vahlar
Yüreğinden yükselir fısıltıyla dualar
Bilirsin ömrün ahirinde tektir sonbahar.

Uçurursun gecelerce göklere nice tövbe istiğfarlar,
Sessiz haykırışlarını bir tek sahibin duyar...
Vaktidir şimdi sessizce gitmelerin,
Yaptıklarını alarak yanına.

Sessiz ve kimsesiz çıkacağın yolda 
Soğuk bir sonbahar rüzgarı kalır yanında.
Tutar ellerinden kimsesizliğine inatla
Götürür seni soğuk, kara toprağa.

Kimseden görmediğin vefayı gösterir aslında
Döker yaprakları mezar taşına 
Bir fatiha okur uğultuyla başucunda
Birde su gönderir bulutların göz yaşlarıyla...

                                                                       Elmas Kılıç



30 Ağustos 2011 Salı

Kendine Giden Adam

   Her zaman deniz kıyısında, martıların ıslığında dolaşmaz insan aslında.Bazen farklı yolculukarda yapar hayatta.Herşeyi ve herkesi bırakarak kendine, öz benliğine yol alır usulca.Kendi iç denizinin kıyısında dolaşır.Sınırlarını keşfeder.İçinde kopan fırtınaların sesini dinler.Ve hoyratça yüreğinin kıyısını döven dalgaların nasılda canını yaktığını hisseder.
   Yosun tutmuş, nasırlaşmış, taş gibi kaskatı kesilmiş duygularının can çekişmelerini izler...
Yeşilin maviyle,baharın çiçekle,gündüzün geceyle, toprağın su ile buluşması gibidir insanın kendine gitmesi.Bu gidiş öyle bir gidiştir ki, ne gözyaşı akıtılır, ne bir mendil, ne de el sallanır.Hem öyle bilmez kimseciklerde, belki kendine giden bile...
   Bir kayığın yelkeniyle yol almasıdır sular üstünde.Bazen karadenizin hırçın dalgaları ile boğuşursun, bazende akdenizin dingin sularındaymışçasına huzur bulursun yürek ikliminde.
  Yol aldıkça kendinde, gereksiz yere ne kadar kirlettiğini farkedersin yalan yanlış duygularla benliğini, şaşırırsın.Zehir zemberek intikamlar çıkar karşına, hani bir bir tasarlayıp zamanı geldiğinde alacağın bir ambar dolu sap gibi intikamlar...Hiçbir zaman kusamadığın öfken çıkar karşına.Sabırla yudumladığın,su ile yıkadığın ama içinden atamadığın öfken.
    Tüm bunların, içinde ne kadarda fazla yer tuttuğunu farkedersin.Ve tutup ucundan savurursun rüzgara doğru boşvermiş, koyvermiş ve affetmişçesine, tek tek...
   Yerli yersiz içine akıttığın gözyaşlarından oluşmuş koca bir çöle rast gelirsin.Durup sorarsın kendine; Oysa yeşertmesiz gerekmez miydi ümitlerini?..Görüyorsunya kurutmuş, harab etmiş tuzlu su ile kökünden.Anlarsın ki ne gül biter ne bülbül öter burada.
   Devam edersin biraz kırgınlık biraz umutla.Ve rast gelirsin, kainatın bile kuşatamadığı, uçsuz bucaksız, nihayetsiz bir muhabbet menbaına.Gezinirsin etrafında ama; ne çalacak bir kapı, ne açacak bir tokmak bulursun onda.Duraklarsın bir anda.Anlarsın ki; kolayca girilmez bu makama.Aşk ile sevda ile yana yana, ağlaya ağlaya, susaya susaya girilir bir tek buraya.
   Kays'ı çöle düşüren, Leyla'yı bir mum gibi eriten, Ferhat' a dağları deldiren, Fatma (ra)'ya Ali (ra)'yi sevdiren Aşık (kul)' ı Maşuk (cc)' a götüren tüm yollar burdan geçer.
   İşte bundandır insanın 'Ne ararsan kendinde ara' demesi.
Kendine giden anlar ki; Gitmek istediklerine giden tüm yollar kendinden geçer.
Özünü gören bilir ki; Hem kimsesidir kendinin, hemde kimsesizliği.
Yüreğini dinleyen duyar ki; Yalandır suretler ve hazinelerin saklı olduğu yerdir siretler.
  Ve öğrenmiştir kendine giden adam o büyük zatın dediğini 'Kendini insan gibi bilip okumayı'.Doğarkende, yaşarkende, ölürkende yapayalnız olduğunu.Şu dünya hayatının yalnızca bir gölgelikten ibaret olduğunu...

Elmas Kılıç

 



26 Ağustos 2011 Cuma

Dilsiz Düşünceler...




İzledin mi hiç yağmurun yağışını aldırmadan ıslanmaya
Her bir damlanın hızlı adımlarla kavuşmasını toprağa
Toğrağın hasretle beklemesi ve bütünleşmesi o bir damlayla
Çiçeğin boyun bükmesi ve utanması suretinden menekşelerin

Bir çocuğun gözlerine baktın mı saf ve temiz,
Gördün mü içindeki güzelliği, tuttu mu ellerin umut dallarından
Sıvazladın mı başını, öptün mü yanağını?
Tebessüm etti mi yüreğin, en derinden yüzüne?

Güneşin doğması için bekledin mi sabahları,
O ilk ışıkları hissetin mi narin teninde...
Dinledin mi kuşlar sevdasını anlatırken güllere
Çektin mi o tertemiz havayı ciğerinin ta içine?

Bir mumun sessiz alevlerinde  eridimi bakışların
İnandığın dava uğruna aydınlattın mı karanlığı, yakarak benliğini.
Hiç korkmadan atıldın mı cesurca haksızlığa...
Ve tuttu mu ellerin düşerken bir eli cehalet kuyusuna?

Olmayacak dualara amin dedi mi yüreğin can-ı gönülden.
Sevdin mi hiç vuslatına eremeyeceğin bir Sevgili (sav) yi
Çevirdin mi gözlerini O ndan gayrısından.
Sakladın mı son nefese kadar ellerini ...

Gönül toprağına ektiğin sevda tohumlarını yeşertmek için,
Ağladığın geceler oldu mu çaresizce?
Kapadın mı gözlerini sadece O(sav)nu görmek için geceye
Yandı mı yürğin bu sevdayla dilsiz bir sabırla?

Arınmak için açtın mı avuçlarını günahlarından,
Gömdün mü alnını secdelerin en derin kuytusuna.
Vurdu mu yüreğine rahmet denizinin af yağmurları .
Yandı mı dilin tevbe nidalarıyla yüselirken göğe haykırışların?

Elmas Kılıç

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Üstada Mektup...



    Muhterem Üstadım;
Sana gençliğin alevleri arasından sesleniyorum. Öyle bir yangın ki alevleri göklere yükseliyor. Sermayesi gençlik… Yanıyor, yandırıyor Üstadım…

Bir ses duyuyorum alevler içinden’’En gür seda İslam’ındır’’ diyen bir ses…
Ve bir yürek Üstadım hizmeti imaniye ve kur’ aniye için atan bir yürek!
Adanmış bir ruh, nefsini Hakk’a satmış bir can…
Yediği birkaç lokma taam içtiği biraz su…
Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam diyen, başı Haktan gayrisine eğilmeyen bir dava adamı bir hür adam…
Yüzünde buruk bir hüzün iman kurtarma davasında, elinde bir nur yangın söndürme telaşında…
Yılmadan, yorulmadan, durmadan koşuyor yurdun dört bir yanında. Sonra her nedense kör olası gözler takılıyor o gayretli koşturmana. Durmuyorsun ‘’Bu zamanda en büyük ihsan vazife imanı kurtarmaktır’’ diyorsun.
Sonra sürgün ediliyorsun dağların ardına. Ölür diyorlar, ihtiyar diyorlar, ekmek su yok diyorlar. Ama onlar bilmiyorlar seni yaşatanı…
Sen durmuyorsun nurları neşrediyorsun, Ceylanların, Zübeyirlerin, Hüsrevlerin, Sadıkların geliyor sonra…
Zindanlara atılıyorsun, türlü işkenceler açlık susuzluk ve soğuk… Hayır, hayır gene olmuyor Üstadım başaramıyorlar seni yıldırmayı, kutlu davandan vazgeçirmiyorsun bir an.
Senin yoldaşın ihlâsın, sadakatin, sabrın, şükrün oluyor.
Hani kaymakam sürgün etmişti seni de, namaz vakti geldiğinde jandarmalar kolundaki kelepçeleri açmamışlardı. Sende bir şey dememiş ellerini kaldırmıştın da ‘Bismillahirrahmanirrahim’ demiştin ve kelepçeler kuru toprak üzerine yıldırım gibi düşmüştü, O gafil bakışlara saplanmıştı bıçak gibi.
Buda yetmedi Üstadım zehirlediler seni hem de kaç kere kaç gece… Ama onlar bilmiyorlar ki asıl zehir imansız yüreklerde, Allah’ ı tanımayan nefsi emmarede, secdeye eğilmeyen tende. Hakkımı helal ediyorum diyordun şikâyet etmiyordun ‘İnsan zulüm eder, kader adalet diyordun.
Hiçbir şey yolundan çevirmiyordu seni. Her şeyinle Allah diyordun, Muhammed (sav) diyordun, Kuran diyordun, hizmet diyordun. Ve bizi görmeden seviyordun.
‘Bu biçareler kendilerini, bu mıknatıs gibi cezbedici fitnenin ateşinden kurtaramazlar diyordun’,Bize acıyor, şefkat ediyordun.
Sana Bediüüzaman diyorlardı, Sahibüzzaman, Fahrüddeveran, Fatinülasır…
Üstadım;
Bende sana sesleniyorum diyar-ı gurbetten. Senin gibi diyorum: garibem, bikesem, zaifem, acizem, yok sermayem biçareyem.
Alaka-i kalbe değmeyen duvarlarla örülü nefsim yıkmak istiyorum Üstadım benliğimden sıyrılmak yok olmak hiçlikte, Bir’ İ(cc) bulmak… 
Günah dolu avuçlarımı göğe doğru yükseltirken gözlerimden yaşlar akıyor Üstadım, ağlıyorum…
Bahtiyar talebelerin geliyor aklıma Ceylan Ağabey, Zübeyir Ağabey, Hüsrev Ağabey… Canı cananı bırakıp sıyrılıp dünyanın gafletinden nura gelişleri, hizmet edişleri… Nurun kahraman talebeleri…
Onlarda senin gibi pek çok zorluğa göğüs germediler mi, Allah dedikleri için mahkemelerde yargılanmadılar mı, zindanlara atılmadılar mı? Yinede yollarından dönmediler şaşmadılar şaşırtmadılar. Kırık lisanım yeter mi bunları anlatmaya, sen biliyorsun ya üstadım vasfı-ı hale ne hacet!
Yaralı yüreklere iman merhemini süren, bizi bizden çok düşünen, İmansızlık perdesini yırtıp tevhid perdesini takan Aziz Üstadım, Efendim, benimkisi emeklemek bu yolda dizlerimi sürüye sürüye. Firakta kalan yüreğim ermeyecek olsa dahi vuslata Efendim, bende senin açtığın bu yolda öleceğim. Allah biliyor ya Üstadım, biz kalplerimizle bağlandık bu yola ruhlarımızla sarıldık davaya nur bayrağı hiç düşmeyecek toprağa…
Şimdi zeminde çiçek açtı Üstadım ektiğin nur tohumları yeşerdi. Cennet asa bir baharda çiçek açtı Aliler, Saidler, Mustafalar, Ahmetler, Hüsrevler, Zeynepler, Aişeler, Fatımalar, Haticeler, Kübralar ve daha nice çiçekler…
Hepsinin dilinde tek söz ‘Allah nurunu tamamlayacak, en gür seda İslam’ın olacak’..Yol oldukça yolcuda olacak.
Bizler seni çok seviyoruz Üstadım. Bir fener gibi önümüzü aydınlatan nurlarını kalbimizden dilimizden düşürmüyoruz.
Ne çok şey var sana anlatamadığım, dedim ya kırık lisanım. Sen affet Üstadım; vefasızlığımı, sadakatsizliğimi...
Avuçlarını açtığında talebe olarak gördüğün bir nur hadimi olabilmek duası ile mektubuma son veriyorum Üstadım, Efendim…
Allah’ in rahmeti ve selamı Efendimizin âlinin ve güzide ashabının ezvac-ı tahiratın âlimlerin şehitlerin ve tüm İslam âleminin üzerine olsun. (Âmin)

Ahir zamanın biçare gençlerinden Elmas.

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Yinede Sevmişti İnsan


Kısaydı oysa hayatlar
Ona kocaman hikayeler sığdıran insanlar
Yaşananları hiç bitmez sandılar.
Son gelince yanıldıklarını anladılar.

Büyük sevdalar vardı küçücük kalplerinde.
Bazen dünyayı kucaklayan bir ifade yüzlerinde
Bazende yitirivermişlik hissi biçare.
Sevmişlerdi insanlar dünyayı yinede.

Ümitsizlik vardı, kimsesizlik ve çaresizlik...
Tüm bu duygularla yola çıktı insan
Gülsede simalar, ağladı çoğu zaman
Yinede dünyayı sevmişti insan.

Kavga vardı, savaş ve bomba sesleri
Açlıktan çocuların imdat kıvarnışları.
Ve bir anne yüreğinin sessiz haykırışları,
Gözü yaşlı bir babanın çaresiz bakışları.

Yinede dünyayı sevmişti insan
Firaklar vuslata dönmüyordu çoğu zaman.
Pişmanlık, ayrılık, geç kalmışlık geride kalan
Her giden uğurlanır tahta atında gözyaşıyla.

Yinede dünyayı sevmişti insan
Oysa herşey gibi sayılıydı zaman
Her an veda edebilirdi geride kalanlara insan
Malına, mülküne, sevdiklerine hatta nefet ettiklerine.

İşte bu kadar kısaydı hayat olabildiğince
Yinede dünyayı sevmişti insan
Geldiğinde yüzlerde tatlı bir heyecan
Kulağında müezzinden kalan Muhammedi bir ezan.

Gözlerini dünyaya açmıştı insan.
Oysa şimdi dehşetli bir korku sarmıştı yüzleri.
Çünkü tükenivermişti ömür sermayesi.
Etrafta koca bir kalabalık hatırlatan mahşeri.

Uzaktan kulaklara dolan bir sala sesi şimdi.
Şah damarı kadar yakın olan ölüm gerçeği.
Misafirhane-i dünyadan gelmişti göç vakti.
Şimdi hesap vakti, ebedi buluşma, ayrılık ebedi.

İnsan bir avuç toprakla kapattı ellerini,
Kapattı gözlerini, hayallerini, durdurdu yüreğini.
Üzerinde bir kaç kürek toprak biraz su birikintisi şimdi
Şimdi hesap vakti, ebedi buluşma, ayrılık ebedi.

Elmas Kılıç


Bırakın başlığı yüreğiniz yazsın....


Bir gün batımı gel bana ne olursun.
Hiç gitmeycek gibi.
Bırak güneş gitsin kızılca kıyamet kaçışlarla 
Sen kal... 
Korkmuyorum sen varken üşümekten.
Ve gözlerin aydınlatsın geceyi,
Karanlığı yırtsın ellerin.

Eteklerinden yıldız dökülürken geceye tut ellerimi
Hiç bırakmayacak gibi.
Bırak kıskansın dolunay gülüşünü,kaçamak bakışlarla
Sen gül...
Dudaklarından dökülen fısıltıların karışsın gözlerime
Ve sözlerin vursun yüreğime 
Rüzgarı darıltan nefesinle...

Bir yaz yağmuru sonrası gökkuşağıyla gel yedirenk,
Hiç kaybolmayacak gibi
Bırak görünce utansın, saklansın bulutların ardına.
Sen gel...
Islatsın yağmur alabildiğince ve gürlesin gök tüm şidetiyle,
Aldırmam inan sen yanımdaysan
Ve istemem bitmesin o akşam.

Bir gül mevsimi sesini de al gel bülbül misali
Hiç susmayacak gibi
Bırak sussun şimdi ne varsa hüzne dair
Sen sev...
Aklının odalarından çıkar tüm hayallerini
Yalnızlığı sat geceye, üstü kalsın ve...
Kirpiklerin değsin gözlerime.


Gece uzatsada ellerini güneşe,sabahın ilk ışıklarıyla gitme
Sen kal bırak doğsun gün, bitsin gece, dinsin yağmur...
Bir ömür yüreğimin sesini dinle kal benimle
Gideceksende gitme kal benimle 

Elmas Kılıç



Aşk-ı Kebir


Aşk-ı Kebir
Bir yıldız kaydı semada
Beyaz güller soldu kaldırımda
Yüreğinde koca bir sevda koyuldu yola
Ve gecede koptu bir vaveyla
Zaman, an...

Durdu iki insan 
Bulutların gözyaşlarıyla ıslanan
Takvimlerde yirmi dört nisan 
Düştü, gerçeğe dönüştü o an
Yaram, kanayan, yan...

Sokakta nefes nefese adımlar 
Şahitti; Kaldırımlar, yıldızlar ve ay
Dağıldı kapkara bulutlar.
Bir çift kahverengi gözdü geceyi aydınlatan
İnce bir telaştı çehreleri saran
Ve iki yürekti birbirine çarpan
Gözler göze değdi, ılık bir rüzgar esti
Okşadı saçlarını usulca ve dağıldı karanlığa
Bir sûkut düştü, çığ gibi büyüdü.
Susmayan yalnızca birçift gözdü.
Büyüdü, büyüdü çığlıklar ve söndü.
Sol yanında çarpan, bir çift közdü.
Ve dudaklarından fısıltıyla bir söz düştü.
Çarptı kaldırıma, dağıldı dört bir yana 
Yankılandı kulaklarda...
Seni seviyorum...
Karıştı hıçkırıklara kayboldu dar sokaklarda...

Emas Kılıç




















15 Ağustos 2011 Pazartesi


BiR sAnA bİrDe BaNa

Bulutların üstünden
bıraktım ben kendimi
sonunu düşünmeden
duygular sarınca beni
gizlice tuttum elini
yüzüne baktım usulca
gözlerin fısıldadı ahh..
mutluluğu yavaşça
çiçeklerin kokusu
dalgaların şarkısı
rüzgarın fısıltısı
bir sana bir de bana
bahçede hanımeli
gökyüzünde yıldızlar
yağmurun narin sesi
şimdi bir anlamı var
aşk nasıl da kırılgan
sus dedim ama olmadı
kalbimden ismin geçti ah
kimseler duymadı
çiçeklerin kokusu
dalgaların şarkısı
rüzgarın fısıltısı



Aşkı aldatan bir şehrin sancısındayım
Denizinde bir terkediş bir hüzün
Maviye nasıl kıydıysa yüreğin nasıl kıydıysa
Yapma ne olur
topla kendini şehr-i İstanbul
Vururum seni İstanbul
Vururum boynundaki gerdanlıktan
Vururum seni en sarı sonbaharından
Topla kendini

~~Alıntı~~