30 Ağustos 2011 Salı

Kendine Giden Adam

   Her zaman deniz kıyısında, martıların ıslığında dolaşmaz insan aslında.Bazen farklı yolculukarda yapar hayatta.Herşeyi ve herkesi bırakarak kendine, öz benliğine yol alır usulca.Kendi iç denizinin kıyısında dolaşır.Sınırlarını keşfeder.İçinde kopan fırtınaların sesini dinler.Ve hoyratça yüreğinin kıyısını döven dalgaların nasılda canını yaktığını hisseder.
   Yosun tutmuş, nasırlaşmış, taş gibi kaskatı kesilmiş duygularının can çekişmelerini izler...
Yeşilin maviyle,baharın çiçekle,gündüzün geceyle, toprağın su ile buluşması gibidir insanın kendine gitmesi.Bu gidiş öyle bir gidiştir ki, ne gözyaşı akıtılır, ne bir mendil, ne de el sallanır.Hem öyle bilmez kimseciklerde, belki kendine giden bile...
   Bir kayığın yelkeniyle yol almasıdır sular üstünde.Bazen karadenizin hırçın dalgaları ile boğuşursun, bazende akdenizin dingin sularındaymışçasına huzur bulursun yürek ikliminde.
  Yol aldıkça kendinde, gereksiz yere ne kadar kirlettiğini farkedersin yalan yanlış duygularla benliğini, şaşırırsın.Zehir zemberek intikamlar çıkar karşına, hani bir bir tasarlayıp zamanı geldiğinde alacağın bir ambar dolu sap gibi intikamlar...Hiçbir zaman kusamadığın öfken çıkar karşına.Sabırla yudumladığın,su ile yıkadığın ama içinden atamadığın öfken.
    Tüm bunların, içinde ne kadarda fazla yer tuttuğunu farkedersin.Ve tutup ucundan savurursun rüzgara doğru boşvermiş, koyvermiş ve affetmişçesine, tek tek...
   Yerli yersiz içine akıttığın gözyaşlarından oluşmuş koca bir çöle rast gelirsin.Durup sorarsın kendine; Oysa yeşertmesiz gerekmez miydi ümitlerini?..Görüyorsunya kurutmuş, harab etmiş tuzlu su ile kökünden.Anlarsın ki ne gül biter ne bülbül öter burada.
   Devam edersin biraz kırgınlık biraz umutla.Ve rast gelirsin, kainatın bile kuşatamadığı, uçsuz bucaksız, nihayetsiz bir muhabbet menbaına.Gezinirsin etrafında ama; ne çalacak bir kapı, ne açacak bir tokmak bulursun onda.Duraklarsın bir anda.Anlarsın ki; kolayca girilmez bu makama.Aşk ile sevda ile yana yana, ağlaya ağlaya, susaya susaya girilir bir tek buraya.
   Kays'ı çöle düşüren, Leyla'yı bir mum gibi eriten, Ferhat' a dağları deldiren, Fatma (ra)'ya Ali (ra)'yi sevdiren Aşık (kul)' ı Maşuk (cc)' a götüren tüm yollar burdan geçer.
   İşte bundandır insanın 'Ne ararsan kendinde ara' demesi.
Kendine giden anlar ki; Gitmek istediklerine giden tüm yollar kendinden geçer.
Özünü gören bilir ki; Hem kimsesidir kendinin, hemde kimsesizliği.
Yüreğini dinleyen duyar ki; Yalandır suretler ve hazinelerin saklı olduğu yerdir siretler.
  Ve öğrenmiştir kendine giden adam o büyük zatın dediğini 'Kendini insan gibi bilip okumayı'.Doğarkende, yaşarkende, ölürkende yapayalnız olduğunu.Şu dünya hayatının yalnızca bir gölgelikten ibaret olduğunu...

Elmas Kılıç

 



26 Ağustos 2011 Cuma

Dilsiz Düşünceler...




İzledin mi hiç yağmurun yağışını aldırmadan ıslanmaya
Her bir damlanın hızlı adımlarla kavuşmasını toprağa
Toğrağın hasretle beklemesi ve bütünleşmesi o bir damlayla
Çiçeğin boyun bükmesi ve utanması suretinden menekşelerin

Bir çocuğun gözlerine baktın mı saf ve temiz,
Gördün mü içindeki güzelliği, tuttu mu ellerin umut dallarından
Sıvazladın mı başını, öptün mü yanağını?
Tebessüm etti mi yüreğin, en derinden yüzüne?

Güneşin doğması için bekledin mi sabahları,
O ilk ışıkları hissetin mi narin teninde...
Dinledin mi kuşlar sevdasını anlatırken güllere
Çektin mi o tertemiz havayı ciğerinin ta içine?

Bir mumun sessiz alevlerinde  eridimi bakışların
İnandığın dava uğruna aydınlattın mı karanlığı, yakarak benliğini.
Hiç korkmadan atıldın mı cesurca haksızlığa...
Ve tuttu mu ellerin düşerken bir eli cehalet kuyusuna?

Olmayacak dualara amin dedi mi yüreğin can-ı gönülden.
Sevdin mi hiç vuslatına eremeyeceğin bir Sevgili (sav) yi
Çevirdin mi gözlerini O ndan gayrısından.
Sakladın mı son nefese kadar ellerini ...

Gönül toprağına ektiğin sevda tohumlarını yeşertmek için,
Ağladığın geceler oldu mu çaresizce?
Kapadın mı gözlerini sadece O(sav)nu görmek için geceye
Yandı mı yürğin bu sevdayla dilsiz bir sabırla?

Arınmak için açtın mı avuçlarını günahlarından,
Gömdün mü alnını secdelerin en derin kuytusuna.
Vurdu mu yüreğine rahmet denizinin af yağmurları .
Yandı mı dilin tevbe nidalarıyla yüselirken göğe haykırışların?

Elmas Kılıç

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Üstada Mektup...



    Muhterem Üstadım;
Sana gençliğin alevleri arasından sesleniyorum. Öyle bir yangın ki alevleri göklere yükseliyor. Sermayesi gençlik… Yanıyor, yandırıyor Üstadım…

Bir ses duyuyorum alevler içinden’’En gür seda İslam’ındır’’ diyen bir ses…
Ve bir yürek Üstadım hizmeti imaniye ve kur’ aniye için atan bir yürek!
Adanmış bir ruh, nefsini Hakk’a satmış bir can…
Yediği birkaç lokma taam içtiği biraz su…
Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam diyen, başı Haktan gayrisine eğilmeyen bir dava adamı bir hür adam…
Yüzünde buruk bir hüzün iman kurtarma davasında, elinde bir nur yangın söndürme telaşında…
Yılmadan, yorulmadan, durmadan koşuyor yurdun dört bir yanında. Sonra her nedense kör olası gözler takılıyor o gayretli koşturmana. Durmuyorsun ‘’Bu zamanda en büyük ihsan vazife imanı kurtarmaktır’’ diyorsun.
Sonra sürgün ediliyorsun dağların ardına. Ölür diyorlar, ihtiyar diyorlar, ekmek su yok diyorlar. Ama onlar bilmiyorlar seni yaşatanı…
Sen durmuyorsun nurları neşrediyorsun, Ceylanların, Zübeyirlerin, Hüsrevlerin, Sadıkların geliyor sonra…
Zindanlara atılıyorsun, türlü işkenceler açlık susuzluk ve soğuk… Hayır, hayır gene olmuyor Üstadım başaramıyorlar seni yıldırmayı, kutlu davandan vazgeçirmiyorsun bir an.
Senin yoldaşın ihlâsın, sadakatin, sabrın, şükrün oluyor.
Hani kaymakam sürgün etmişti seni de, namaz vakti geldiğinde jandarmalar kolundaki kelepçeleri açmamışlardı. Sende bir şey dememiş ellerini kaldırmıştın da ‘Bismillahirrahmanirrahim’ demiştin ve kelepçeler kuru toprak üzerine yıldırım gibi düşmüştü, O gafil bakışlara saplanmıştı bıçak gibi.
Buda yetmedi Üstadım zehirlediler seni hem de kaç kere kaç gece… Ama onlar bilmiyorlar ki asıl zehir imansız yüreklerde, Allah’ ı tanımayan nefsi emmarede, secdeye eğilmeyen tende. Hakkımı helal ediyorum diyordun şikâyet etmiyordun ‘İnsan zulüm eder, kader adalet diyordun.
Hiçbir şey yolundan çevirmiyordu seni. Her şeyinle Allah diyordun, Muhammed (sav) diyordun, Kuran diyordun, hizmet diyordun. Ve bizi görmeden seviyordun.
‘Bu biçareler kendilerini, bu mıknatıs gibi cezbedici fitnenin ateşinden kurtaramazlar diyordun’,Bize acıyor, şefkat ediyordun.
Sana Bediüüzaman diyorlardı, Sahibüzzaman, Fahrüddeveran, Fatinülasır…
Üstadım;
Bende sana sesleniyorum diyar-ı gurbetten. Senin gibi diyorum: garibem, bikesem, zaifem, acizem, yok sermayem biçareyem.
Alaka-i kalbe değmeyen duvarlarla örülü nefsim yıkmak istiyorum Üstadım benliğimden sıyrılmak yok olmak hiçlikte, Bir’ İ(cc) bulmak… 
Günah dolu avuçlarımı göğe doğru yükseltirken gözlerimden yaşlar akıyor Üstadım, ağlıyorum…
Bahtiyar talebelerin geliyor aklıma Ceylan Ağabey, Zübeyir Ağabey, Hüsrev Ağabey… Canı cananı bırakıp sıyrılıp dünyanın gafletinden nura gelişleri, hizmet edişleri… Nurun kahraman talebeleri…
Onlarda senin gibi pek çok zorluğa göğüs germediler mi, Allah dedikleri için mahkemelerde yargılanmadılar mı, zindanlara atılmadılar mı? Yinede yollarından dönmediler şaşmadılar şaşırtmadılar. Kırık lisanım yeter mi bunları anlatmaya, sen biliyorsun ya üstadım vasfı-ı hale ne hacet!
Yaralı yüreklere iman merhemini süren, bizi bizden çok düşünen, İmansızlık perdesini yırtıp tevhid perdesini takan Aziz Üstadım, Efendim, benimkisi emeklemek bu yolda dizlerimi sürüye sürüye. Firakta kalan yüreğim ermeyecek olsa dahi vuslata Efendim, bende senin açtığın bu yolda öleceğim. Allah biliyor ya Üstadım, biz kalplerimizle bağlandık bu yola ruhlarımızla sarıldık davaya nur bayrağı hiç düşmeyecek toprağa…
Şimdi zeminde çiçek açtı Üstadım ektiğin nur tohumları yeşerdi. Cennet asa bir baharda çiçek açtı Aliler, Saidler, Mustafalar, Ahmetler, Hüsrevler, Zeynepler, Aişeler, Fatımalar, Haticeler, Kübralar ve daha nice çiçekler…
Hepsinin dilinde tek söz ‘Allah nurunu tamamlayacak, en gür seda İslam’ın olacak’..Yol oldukça yolcuda olacak.
Bizler seni çok seviyoruz Üstadım. Bir fener gibi önümüzü aydınlatan nurlarını kalbimizden dilimizden düşürmüyoruz.
Ne çok şey var sana anlatamadığım, dedim ya kırık lisanım. Sen affet Üstadım; vefasızlığımı, sadakatsizliğimi...
Avuçlarını açtığında talebe olarak gördüğün bir nur hadimi olabilmek duası ile mektubuma son veriyorum Üstadım, Efendim…
Allah’ in rahmeti ve selamı Efendimizin âlinin ve güzide ashabının ezvac-ı tahiratın âlimlerin şehitlerin ve tüm İslam âleminin üzerine olsun. (Âmin)

Ahir zamanın biçare gençlerinden Elmas.

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Yinede Sevmişti İnsan


Kısaydı oysa hayatlar
Ona kocaman hikayeler sığdıran insanlar
Yaşananları hiç bitmez sandılar.
Son gelince yanıldıklarını anladılar.

Büyük sevdalar vardı küçücük kalplerinde.
Bazen dünyayı kucaklayan bir ifade yüzlerinde
Bazende yitirivermişlik hissi biçare.
Sevmişlerdi insanlar dünyayı yinede.

Ümitsizlik vardı, kimsesizlik ve çaresizlik...
Tüm bu duygularla yola çıktı insan
Gülsede simalar, ağladı çoğu zaman
Yinede dünyayı sevmişti insan.

Kavga vardı, savaş ve bomba sesleri
Açlıktan çocuların imdat kıvarnışları.
Ve bir anne yüreğinin sessiz haykırışları,
Gözü yaşlı bir babanın çaresiz bakışları.

Yinede dünyayı sevmişti insan
Firaklar vuslata dönmüyordu çoğu zaman.
Pişmanlık, ayrılık, geç kalmışlık geride kalan
Her giden uğurlanır tahta atında gözyaşıyla.

Yinede dünyayı sevmişti insan
Oysa herşey gibi sayılıydı zaman
Her an veda edebilirdi geride kalanlara insan
Malına, mülküne, sevdiklerine hatta nefet ettiklerine.

İşte bu kadar kısaydı hayat olabildiğince
Yinede dünyayı sevmişti insan
Geldiğinde yüzlerde tatlı bir heyecan
Kulağında müezzinden kalan Muhammedi bir ezan.

Gözlerini dünyaya açmıştı insan.
Oysa şimdi dehşetli bir korku sarmıştı yüzleri.
Çünkü tükenivermişti ömür sermayesi.
Etrafta koca bir kalabalık hatırlatan mahşeri.

Uzaktan kulaklara dolan bir sala sesi şimdi.
Şah damarı kadar yakın olan ölüm gerçeği.
Misafirhane-i dünyadan gelmişti göç vakti.
Şimdi hesap vakti, ebedi buluşma, ayrılık ebedi.

İnsan bir avuç toprakla kapattı ellerini,
Kapattı gözlerini, hayallerini, durdurdu yüreğini.
Üzerinde bir kaç kürek toprak biraz su birikintisi şimdi
Şimdi hesap vakti, ebedi buluşma, ayrılık ebedi.

Elmas Kılıç


Bırakın başlığı yüreğiniz yazsın....


Bir gün batımı gel bana ne olursun.
Hiç gitmeycek gibi.
Bırak güneş gitsin kızılca kıyamet kaçışlarla 
Sen kal... 
Korkmuyorum sen varken üşümekten.
Ve gözlerin aydınlatsın geceyi,
Karanlığı yırtsın ellerin.

Eteklerinden yıldız dökülürken geceye tut ellerimi
Hiç bırakmayacak gibi.
Bırak kıskansın dolunay gülüşünü,kaçamak bakışlarla
Sen gül...
Dudaklarından dökülen fısıltıların karışsın gözlerime
Ve sözlerin vursun yüreğime 
Rüzgarı darıltan nefesinle...

Bir yaz yağmuru sonrası gökkuşağıyla gel yedirenk,
Hiç kaybolmayacak gibi
Bırak görünce utansın, saklansın bulutların ardına.
Sen gel...
Islatsın yağmur alabildiğince ve gürlesin gök tüm şidetiyle,
Aldırmam inan sen yanımdaysan
Ve istemem bitmesin o akşam.

Bir gül mevsimi sesini de al gel bülbül misali
Hiç susmayacak gibi
Bırak sussun şimdi ne varsa hüzne dair
Sen sev...
Aklının odalarından çıkar tüm hayallerini
Yalnızlığı sat geceye, üstü kalsın ve...
Kirpiklerin değsin gözlerime.


Gece uzatsada ellerini güneşe,sabahın ilk ışıklarıyla gitme
Sen kal bırak doğsun gün, bitsin gece, dinsin yağmur...
Bir ömür yüreğimin sesini dinle kal benimle
Gideceksende gitme kal benimle 

Elmas Kılıç



Aşk-ı Kebir


Aşk-ı Kebir
Bir yıldız kaydı semada
Beyaz güller soldu kaldırımda
Yüreğinde koca bir sevda koyuldu yola
Ve gecede koptu bir vaveyla
Zaman, an...

Durdu iki insan 
Bulutların gözyaşlarıyla ıslanan
Takvimlerde yirmi dört nisan 
Düştü, gerçeğe dönüştü o an
Yaram, kanayan, yan...

Sokakta nefes nefese adımlar 
Şahitti; Kaldırımlar, yıldızlar ve ay
Dağıldı kapkara bulutlar.
Bir çift kahverengi gözdü geceyi aydınlatan
İnce bir telaştı çehreleri saran
Ve iki yürekti birbirine çarpan
Gözler göze değdi, ılık bir rüzgar esti
Okşadı saçlarını usulca ve dağıldı karanlığa
Bir sûkut düştü, çığ gibi büyüdü.
Susmayan yalnızca birçift gözdü.
Büyüdü, büyüdü çığlıklar ve söndü.
Sol yanında çarpan, bir çift közdü.
Ve dudaklarından fısıltıyla bir söz düştü.
Çarptı kaldırıma, dağıldı dört bir yana 
Yankılandı kulaklarda...
Seni seviyorum...
Karıştı hıçkırıklara kayboldu dar sokaklarda...

Emas Kılıç




















15 Ağustos 2011 Pazartesi


BiR sAnA bİrDe BaNa

Bulutların üstünden
bıraktım ben kendimi
sonunu düşünmeden
duygular sarınca beni
gizlice tuttum elini
yüzüne baktım usulca
gözlerin fısıldadı ahh..
mutluluğu yavaşça
çiçeklerin kokusu
dalgaların şarkısı
rüzgarın fısıltısı
bir sana bir de bana
bahçede hanımeli
gökyüzünde yıldızlar
yağmurun narin sesi
şimdi bir anlamı var
aşk nasıl da kırılgan
sus dedim ama olmadı
kalbimden ismin geçti ah
kimseler duymadı
çiçeklerin kokusu
dalgaların şarkısı
rüzgarın fısıltısı



Aşkı aldatan bir şehrin sancısındayım
Denizinde bir terkediş bir hüzün
Maviye nasıl kıydıysa yüreğin nasıl kıydıysa
Yapma ne olur
topla kendini şehr-i İstanbul
Vururum seni İstanbul
Vururum boynundaki gerdanlıktan
Vururum seni en sarı sonbaharından
Topla kendini

~~Alıntı~~

12 Ağustos 2011 Cuma

~~Düşler ve Düşüşler~~



 



Her düş bir düşüştür, yürekten damlayan göze...
Yağmurun delice yağması saçının her teline.
Ve ısalaklığını hissetmen yüreğinin en ücra köşelerinde.
Kirpiklerime düşen umut cemrelerinde gezinirken gözlerin,
Baharın gelişini müjdeleyen çiçeklerle yazı beklemektir.
Yeşermek düştüğün gönül toprağında,filizlenmek koy bir mavide,
Alabildiğince yürümek hatta koşmak gökyüzünde.

Her düş bir düşüştür dolunay misali geceye...
Yıldızları seyredalmak ve dans etmek gökyüzünde saatlerce.
Uykusuz kalmak görmek için kavuştuğunu gecenin güneşe.
Yürümek kalabalıklar arasında nedeni belirsiz tebessümle
Yerli yersiz gülüşlerinde yakalamak kaçamak bakışlarımı.
Minik bir kız çocuğunda aramak sıcaklığını.
Ve sabırla beklemek geleceğin günün hayaliyle.

Her düş bir düşüştür aslında;Sevgiye,sadakate,samimiyete...
Teslim etmek kendini, düştüğün yüreğe tereddütsüzce...

Elmas Kılıç
 

Ey Can Şimdi Uyan

Ey can şimdi uyan!!!
Gidiyoruz can haydi toparlan…
Şimdi hicret vakti Sevgili diyarına
Fani ruhlardan sıyrılıp Bakiyi bulmak için koyul yola
Dur can gerek yok ona buna
Yanına kalbini al can…
Çünkü bir tek oradadır BAKİ(c.c) olan…

Elmas KILIÇ

Ve İnsan Aldattı Kendini...

Yorgun bir akşam üzeriydi.Sakin adımlarla incitmeden yürüdüğü arnavut kaldırımlı sokakta.Bir cadde üzerine çıktı sokak sonunda.Mahşeri hatırlatan bir kalablık etrafta.Kiminin elinde üçbeş poşet, kiminde çanta, evine gitmek için koyulmuş yola. Belli ki bir bekleyen var günün sonunda gideni umutla.

Elleri cebinde yürüdü bir müddet daha ve oturdu bir banka. Sokak lambası, bina kapısı, aydınlatma derken gözü takıldı kayan bir yıldıza.Kalabalık kentin ışıklı sokakları nasılda kandırıvermişti insanları.Çehreleri saran bir acelecilik, hızlı adımlar, soluk soluğa konuşmalar, bilmem önümüzdeki yıllar hakkında yapılan planlar...

Yüzünde bir tebessüm belirdi.Ve düşündü sonra''Ne kadar da kısaydı hayatlar oysa, tıpkı gelincik misali; dün vardı, bugün yaşıyor ama ya yarın? Açabilecek mi kan kırmızı gözlerini hayata?

Yorgun bakışlarını çevirdi hayattan ve sıkı sıkıya baktı bir daha semaya.Yüreğini saran bir ayetin sıcaklığıyla döküldü dilinden bir anda ''O (cc) birbiri ile ahenktar yedi göğü yaratmıştır.Rahman olan Allah'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin.Gözünü çevirde bir bak!Bir bozukluk görebiliyor musun?

Kapadı gözlerini sımsıkı ve yaşlar süzüldü kirpiklerini aralayarak yanaklarından aşağı.Neydi insanlara unutturan Rahmanı?

Kalpleri çepeçevre kuşatan, akılları susturan, vicdanın kapısına kilit vurduran, nefsin peşinde at gibi koşturan, şeytanın tuzaklarına taşçıkaran kimdi? Oysa O (cc) kullarına şah damarından daha yakın değil miydi?

Ve insan aldattı kendini...Duymadı kelamların o en güzelini; '' Ve iyi biliniz ki; mallarınız ve evlatlarınız birer imtihan aracından başka birşey değildir'' nasihatini...

Sağır oldu kulaklar, tutuldu varlığıyla övünülen akıllar.
Tatlı geldi dünya hayatında verilen rol biçilen oyun kendine.

Zehirli bir bal gibiydi tadına doyulamayan lezzetler.Yedikçe tatlı geldi durdukça sancı verdi. Vazgeçilmesi mümkün gelmedi.

İşte büyük zatın dediği gibi '' Nefs-i insaniye muaccel (peşin) bir hazır lezzeti, müeccel (ileride), gaib bir batman lezzete tercih etti''.

Aldattı suretler kendinden etti, unutturdu kendini, buraya nereden, neden geldiğini... Kendine bir küre-i arzın hilafeti vazifesinin verildiğini.

Ve insan aldattı kendini...Zulmetti nefsine, hem kendine. Kandı şu kısacık fani ömrüne.Değişti ebedi cenneti şu elemli lezzete.

Tüm bu düşünceler içindeyken irkildi Ezan-ı Muhammedinin sesiyle.Kalktı yerinden ve yöneldi camiye.İcebet etti O en Sevgilinin davetine ve yaklaştı O (cc) ' na bir derece daha secdeyle.Kaldırdı ellerini açtı avuç içlerini dua etti '' Allahım unutturma bize kendimizi, unutturma bize vazife-i ubudiyetimizi''...

Sürdü ellerini yüzüne,amin nidaları ile ve tuttu evinin yolunu o karanlık gecede...

Elmas Kılıç

Beklemeye Dair

  • Kızıl saçlarını savurarak günün koynundan saçlarına yıldız takmış gecenin ihtişamına kapılıp gitti güneş.
    Yokluk çoktan yelken açtı varlığın açık denizlerinde.
    Rüzgar sattı hakiki aşkları, ayrılık pazarında üç beş kuruşluk gidişlere.
    İhanet gölüne döndü şimdi yürekler katledilen binlerce sevgiyle.
    Ve gidişler kaldı geride bir de hiç bitmeyen bekleyişler.
    Kurak bir sevda mevsimi sonrası yaprak dökümü yaşıyor gözler.
    Hüzün dolu bakışlara ayrılık kalemi çekildiğinden beri hasret yağar yürekten boşalırcasına.
    Mahzun kalır sevdalar,bayram günü öksüz bir çocuğun buyun büküşü gibi.
    Bir ömürlük sevmelerden arta kalan anı sarar bedenleri.Gün çekerken ellerini dünyadan şehri aydınlatan yalancı lambalar daha da uzun gösterir yolları bekleyene inat.
    Tükenir gidenin döneceğine dair yanan umut ışıkları.
    Gidenin ardından kalan yürek; bir mezar taşını andırır.Öylesine sahipsiz, soğuk, kimsesiz ve donuk ...
    Gözyaşları sular bu mezarı ve üstünde yeşeren özlem tohumları.Fatihalar yerini çoktan elvedalara bırakmıştır her dem.
    Koskoca ömre sığmayan ayrılığı bir Allaha ısmarladık kelamına sıkıştırır giden.
    Sanki hiçbirşey yaşanmamış, yüreği ona atmamış bir yabancı edasıyla.Yarım kalmış bi nota, eksik kitap cümleleri,tamamlanmamış hayaler gibi kalır bekleyen.
    Beklemek korkutmaz unutma! Ama ya zaman geçince gelirse beklenen?Çünkü gidişler gibi zamansızdır dönüşler.
    Ya bundan sonra ... Geç olsada bekler mi beklendiği kadar geri dönen? İşte budur aslında bekleyeynin yüreğini inciten...

    Elmas Kılıç