25 Kasım 2012 Pazar

Çığlık

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Üzülme



Dünya hali üzüntülerde sıkıntılarda bizimle.Ama ne güzel teselliyi Kur'anda aramak
...


Na-dan bir sese kulak verip
Aşkı da emanet edince sadakat yoksunu bir yüreğe
Gölgemizi de alıp kaybolduk bu şehirden.
Gitmeyi ar saydık.
Vefa bildik geceyi, 
Aldırmadan sızısına yaramıza bastık.
Türküsü eşlik etti yalnızlığımız ıslık çalarken.
Yinede incitmedik kimseyi.
Taşıyamayacağımız yükü de yüklenince sırtımıza
Ne bir el bulabildik Ebubekrî
Ne örümcek ağ yaptı hayallerimize
Ne de bir güvercin bekledi zamanın ahirinde.
Yinede ümidini kesenlerden olmadık
El açtık gözyaşlarımız karışırken secdelerimize.
Ve zaman fısıldadı sessizce La Tahzen!
La Tahzen İnnallahe Meana
Elmas Kılıç 

Dostun dostu



Kişi  ahirette sevdiğiyle beraberdir diyor sevgililer sevgilisi.Allah yolunda edindiğimiz gönül dostlarımızdan ayırmasın bizleri...


Hep çok sevdim uçan balonları.Küçükken de şimdi de, uzaklara gitme hayalim onlardan kaldı, sandım ki gökyüzü özgürlük demek.Kuşların peşinde bu yüzden koştuk mahalledeki çocuklarla.

Büyüdük, balonlarla uçup gitti pamuk şeker hayallerimiz.
Gülleri hiç solmaz sandık.Mevsimlerden bahar, ümitlerimiz bir gül kadar beyazdı. Kirli bir el değmemişti elimize ve yüreğimiz çarpmazdı yalan yanlış... Bazen çok acıdı içimiz, sustuk, en dayanılmaz dediğimiz anlarda sesimizi duyan sahibimiz, dostlarımızı gönderdi yüreğimizin en yakın yerine, sözleri merhem, duaları şifa olsun diye.Kimi zaman oturup ağladık birlikte sonra gözyaşlarımıza kahkahalar karıştı. Sarıldık sıkıca birbirimize, gökyüzünde yıldızları saydık, ayı böldük ikiye...Bir bardak çayı yudumladık yeri geldi birlikte, sıcak ekmeği bölüştük.Samimiyeti gördük birbirimizin gözlerinde, hesapsız sevmeyi ve güvenmeyi ilk birbirimizden öğrendik. An geldi ayrı düştük ama hep aynı dava uğruna yürüdük. Birlikte olduğumuz anlar azaldı ama Bir bildiklerimiz çoğaldı.Hepimiz dağıldık aynı yeryüzünde ve söz verdik birbirimize bir bahar çiçeği olarak açacaktık gittiğimiz yerde. 

Elmas Kılıç

5 Ağustos 2012 Pazar


Bir göz hatırına çok gözler sevilir demiş diyen, ne güzel demiş.Bir çift göz bazen esin kaynağı olur düşüncelerimize ve yarım yamalakta olsa dökülür dizelerimize... 

Gözlerin...

Kopar yüreğimin kıyameti gözlerinde
İsrafilî bir sesin sura üfleyişiyle
Ay paramparça. yıldızlar sönük,
Güneş bölük pörçük…
Devrilir koca dağlar yıkılır üzerime
*Sonra üşür ölüm bile.

Yakasız gömleği giydirip,
Ecel fermanım verir gözlerin
Darağacım gözlerin, kirpiklerin
İdam sehpasında yargılanan mahkûm benim
Cellâdım olur gözlerin
İnsaf edip sorar mısın bilmem
Son arzun nedir diye
Ölürken bile son arzum gözlerin

Ruhum gerilmiş gözlerinin çarmıhına
Hangi el çıkarır beni göklerin semasına
Umut yok kurtuluş yok mahpusundan
Silahsız bir asker gibi kirpiklerin vurur beni
Düşer yüzüme saçlarının gölgesi

Bir çocuk ağlar ardın sıra gök kubbenin altında
Avucuna emanet edilmiş bir yürek,
Emanete hıyanet eder gözlerin.
Sevmeye ten değil can gerek!
Aşkı tende arıyor gözlerin.
Ah kahrolası bu beni benden alıpta
Nereye saldı bilinmez,
Kaybolup kaldığım girdap gözlerin.

Şehrin kalabalığında dolaşan bir münzeviyim
Gel artık insaf et!
Firakınla yandım kavruldum bigâneyim
Bir perde olur yandığım derde
Düştüğüm bir düş gözlerin.


Cennetin yeşilinden umudun mavisini çalan
Bakışları hasrete gebe bırakan
Bir günah bir suç gibi yaralayan
Gönül hırsızı gözlerin
Gecenin koynunda kahveyi giyen
Gün ışığında elaya bürünen
Sustukça bir sır gibi büyüyen
Gittikçe ardından ‘’ gel’’ diyip götüren
Yalan bir hayal gözlerin.

Sönen bir alevsin en nihayet gözlerimde
İkliminde kurutup yaktın beni de
Aklımız bozum sen diye diye
Karalar giydirip aklar içinde
Ağlattı beni bihaber gözlerin.
Ayrılığı giyip kuşansa da kaderim
Unutmayı unuttuğum alınyazım gözlerin.

Elmas Kılıç

4 Ağustos 2012 Cumartesi

İstanbul ♥



Hüznü mavisine saklayan şehir
Bulutlar mı yalnızlığına kol kanat geren
Senin mi acın yankılanan çığlık çığlığa
Yüreği yanmış bir anne duasına karışırken sesin
Kuytusunda gecenin, ağıt yakan sen misin?
Kıyına vuran dalga mı mahzun eden bilmem seni
Buruk vedalar mı yağmura aşina eden gözlerini
Uçuran sen misin kaybolan hayalleri göklere
Yüzüne düşen solgun tebessüm yitik bir gölgenin mi?
Kendini uçurumundan bıraktığın Yâr dediğin mi?
Boğazında düğümlenen gurbetin kederi mi?
Yaşlanan ruhuna ağır mı geliyor mevsimler,
Dargın mısın şimdi solmaya yüz tutan rengine
Güneşi başına tac eyleyen sen misin?
Bahtının karasına boyanmış kaderi beyaza mı bürüyeceksin?

Elmas Kılıç


İstanbulu seven ve bir o kadar da özleyen biri olduğum kesin ama bunu anlatmak bu kadar kolay değil sanırım :)


18 Mayıs 2012 Cuma

Okuduğumda derinleri düşündürdü bu şiir.



“Kaderi, ‘kef’ ile yazılanlara”

Hümeyrâ!
Bahtını yazan kalem aşkına
Kudreti nefsimin üstünde olan aşkına
Bırakma tutunduğun varlık ipini
Ömrünün beyaz sayfalarına
Kara bir leke gibi ayrılık yazılmasın
Sen ki kelebek kanadıyla
Dağların üzerine alamadığı
Kutlu bir sevdayı omuzlamışsın

Hümeyrâ!
Örtülere bürünüp yatan aşkına
Hasreti gönülleri yakan aşkına
Sana adanan sözleri düşün
Ayaklarına serilen cennetleri
Sen eğilirsen çağlar eğilir
Ve gül muştusuyla gelmesi bekleneler
Bir hazan mevsiminde
Gün doğmadan ölürler

Hümeyrâ!
Zemheriyi gül eden bahar aşkına
Geceyi arıtan seher aşkına
Her zorluğu deviren kolaylığı hatırla

Duvarların ardında ağlıyorsun, bilirim
Bilirim, yüreğinde ne kadar sızı varsa
Korkuyorsan
Geceleri, yalnızlık simsiyah iniyorsa
Leylak kokulu sabahlarda
Allah’a açılan elleri düşün
Öfkeyle kabaran yürekleri

Bir el var ki başının üzerinde Hümeyrâ
Dokunmak için ömrüm feda olsun
Ve bir nazar var ki o pâk alnına bakan
Müjdeler olsun!
Sana sevinmek düşer
Ağlamak bize
Ağlamak bize…

Adige Batur

4 Mayıs 2012 Cuma

İz



Bilmediğim bir şeyler var, söyleyemediğim
Dilimde, dudağımda, düşümde yeşertemediğim.
Olsun mu olmasın mı hiç bilmediğim.
Ruhumun boş sokaklarında yankılanan bir ses,
Tanıdık, bildik değil, elden de öte...
Bir yol var daha gitmeden kaybolduğum
Önüm, arkam, sağım, solum karanlık
Bulamayacağım bir adrese yolculuk her adım.
Yol soğuk, boş, sessiz kaldırımlar.
Yolcu yorgun, durgun, kırgın.
Yürekler vefasız.
Vedalara adanmış sevgi bahçesinde tükenmiş umutlar,
Yarınlar susmuş.
Dünün eşiğinde beklemekten vazgeçmiş hüzünler,
Anılar kalmış geride buruşturulmuş.
Ve rengarenk güller, yokluğunda kurutulmuş.
Hayali kalmış bir pencere camının buğusunda,
Birbirine yabancı iki ismin.
Kadere kesilmiş yine ayrılığa giden yolda tüm biletler.

Elmas Kılıç

7 Nisan 2012 Cumartesi

Öylesine...


Yüzümü gönlüne koysam 
Yemin tutsa kalbim beni sever miydin
İçimi avcuna döksem
Beni azıcık çözer miydin
Yok olmuyor istemekle bitmiyor
Hiç bir yol yarılanmıyor uzadıkça uzuyor
Kal demiyor söz vermiş susuyor
Kelimeler düşmüyor içinde salınıyor

Yüzümü gönlüne koysam 
Yemin tutsa kalbim beni bilir miydin
Yok olmuyor istemekle bitmiyor
Hiç bir yol yarılanmıyor uzadıkça uzuyor
Kal demiyor söz vermiş susuyor
Kelimeler düşmüyor içinde salınıyor

Düşümü aklına katsam 
Yemin tutsa kalbim beni sever miydin.




4 Nisan 2012 Çarşamba

...



Erdem Ergün- Gel Dedim

Bir yanım hasret, bir yanım gurbet 
Ne uslanır gönlüm ne senden usanır 
Gözlerine dalıp kaldım farzet 
Sanma sen gitmeden bir kere kapanır 

Gözlerim ol 
Bakıp bakıp görmezden geldiğim dünyamı döndür a canım
Sözlerim ol 
Atıp atıp içime ağlayıp sızlayıp vermediğim ol 

Gel dedim gel dedim gelmedin yarim 
Senden bana fayda yok 
Ağrısın, sızısın
Ağladım, ağladım, ağladım 
Yarim yarim diye duymadın sağ olasın

Eski zamanların hatrı sende var mı ki 
Etrafında bir yer bulayım 
Sen bir ömür böyle sürmez derken 
Ben nasıl efkarında huzur bulayım 

Gözlerim ol 
Bakıp bakıp görmezden geldiğim dünyamı döndür a canım
Sözlerim ol 
Atıp atıp içime ağlayıp sızlayıp vermediğim ol 

Gel dedim, gel dedim gelmedin yarim 
Senden bana fayda yok 
Ağrısın, sızısın 
Ağladım, ağladım, ağladım 
Yarim yarim diye duymadın sağ olasın 



10 Mart 2012 Cumartesi

İstanbul & Ankara




İstanbul ve Ankara
Birbirine iki uzak şehir aslında.
Sen ve ben gibi…
Ne benim yollarım senin denizine çıkar,
Ne de senin saçlarını, benim soğuk rüzgârlarım tarar.
Yalnızlık yağarken kurak bedenime yağmur diye.
Senin topraklarında binlerce nergis açar.
Sen mavi adanın sonsuz masalı,
Gökyüzü göğsünde uyuturken seni
 İstanbul’ un elleri sallar beşiğini
Martılar fısıldar kulağına binlerce ninniyi
Güneş ısıtır sütten beyaz ellerini.
Ben güneşten mahrum kalmış gölge misali,
Her solukta yitiririm kendimi,
Bahtı karalı şehirde yoklar ölüm, benliğimi.
Bir otobüs durağı, bir tren garı hatırlatır sessiz vedaları.
Soğuk bir aralık bakışı, bir sokak satıcısı,
Bir ikindi vakti, bir gün batımı, bir şehir kalabalığı
Bir yüreğe kesilen bilet, bir şarkı, bir şiir, anımsatır anılarla
Bitememiş her masalı.
Sen ve ben gibi…
İstanbul ve Ankara
Birbirine iki uzak şehir aslında.

13 Şubat 2012 Pazartesi




Canım İstanbul,

Annemin namaz tülbendi gibi,

Başına aldığı mavi eşarbıyla denetliyor Paris’i!



Nuri Pakdil

12 Şubat 2012 Pazar

Ağlamak Güzeldir


Ne zaman ağlayan birini görsek, hele bu birde yakın arkadaşımız, eşimiz, dostumuz ise ağzımızdan çıkan ilk söz ''ağlama bu da geçer, değmezdi zaten, üzme kendini, sana yakışmıyor demek olur her nedense.Niçin bu cümleleri sarf eder ki insan?
Neden ağlamasın ki ruhu incinen, kalbini acıların tırmaladığı biri, mücadele etmekten yorgun düşmüş bir çift göz?
Ağlamak o kadar güzeldir ki, tanımı biyoloji ya da edebiyata sığmayacak kadar içselleştirilmiş, matematiğin, mantığın açıklayamayacağı kadar formül dışıdır.
Görünürde gözen akan her bir damla, çok uzaktan, gönülden gelir. Kırgınlıkların, küskünlüklerin, bekleyişlerin, özlemlerin, kavuşmaların, ayrılıkların, kırılan hayallerin, gidenlerin, yalnızlıkların,yanlışlıkların,yaşanmışların, pişmanlıkların... biriktirdiği duyguların dışa vurumudur ağlamak.İnsan ağlarken kalbi ağlar, ruhu ağlar, vicdanı ağlar, aklı ağlar.
Göz ile yaşın birlikteliğidir, acıların sancılı bir doğumudur ağlamak.
Kalbin yalınlaşması, ruhun durulmasıdır.Yağmur sonrası toprağı saran o müthiş kokunun insanın zihninde yayılmasıdır.Düşlerinde yepyeni çiçeklerin açmasıdır..
Kalbin derinliklerinde saklı olan incilerin, kabuğundan sıyrılarak gün ışığına çıkmasıdır.
Bir ağacın meyve vermesi için çiçeklerini dökmesi gerekir.İnsanlarında olgunlaşabilmesi için gözyaşı dökmeleri gerekir.Gözlerde yaş yoksa ruh gökkuşağına sahip olamaz der Kızılderililer. 
Bir çift gözün sessizce konuşması demek olan gözyaşı, kelimelere sığmayacak kadar mana yüklüdür.
Hem zehir hem panzehirdir.Bir yanardağın patlaması gibidir.
Bu nedenle ağlayan birini gördüğümüzde aklımıza gelen şey acı çektiği olmamalı.Ağlayan biri büyüyor, olgunlaşıyor, kendini, çevresini, insanları fark ediyor demektir.
Peki ya ağlayan neden saklar gözyaşlarını, elinin tersiyle neden hızla iterek uzaklaştırır pembe yanaklarından?
Ayıp mıdır ağlamak, ya da günah mı, yasak mı? Böyle olsa ağlar mıydı güzeller güzeli evladını yitirdiğinde?Der miydi hiç ''Göz ağlar, kalp hüzünlenir'' diye.
Yoksa utanır mı insan, zayıflık demek midir ağlamak? Oysa güçlendirir her damla insanı.Kararmış yüzünü ağartıp, yosun tutmuş yanını temizler.
Ağlayın... ve şunu hatırlayın ilk doğduğumuzda başladık ağlamaya, büyüdük gözyaşlarımızla yıkandık, arındık. William Shakespeare; ''Gözyaşlarıyla yıkanan yüzden daha temiz yüz olamaz.'' derken ağlamanın bu yönünü anlatır bize.Ağlayın içinizden geldiğince ama isyan kapısına dayanmadan, teslimiyet kapısından ayrılmadan.
Ağlayan birini gördüğünüzde bir mendil uzatın, omzuna dokunan bir el, onu sarmalayan sevgi dolu bir kucak olun.Sakın ola ağlama demeyin, hele ki ağlayan bir kadınsa, ağlamak sana yakışmıyor hiç demeyin.Çünkü ağlamak en çokta bir kadına yakışır.Ve gözyaşları düşerken ruhu yükselir ağlayanların.

Elmas Kılıç


31 Ocak 2012 Salı

Seni Görmeseydim



Seni görmeseydim yoklar mıydı,
Bilmem bu hasret sancısı
...



Bazı insanlar
Bazı insanlara
Bazı insanları hatırlatır

Hatırlayanlar üzgündür
Hatırlatanlar habersiz
Hatırlananlar mı?

Onlar uzak bir şehirde
büyük ihtimalle hiç bir şey hatırlamamaktadırlar.




Abdullah Harmancı/ Muhteris

30 Ocak 2012 Pazartesi

İlki zor ikincisi daha kolaydır. Ancak ben hangisinin daha üstün olduğuna karar veremedim‏

Bazen bazı insanlar sizi alabildiğine iterler, bunu neden yaptıklarını bilemezsiniz, aslında siz onlara yaklaşmak istersiniz, başaramazsınız.
Bazıları da siz bir adım atınca size birkaç adım gelir, siz başınızı onlara çevirseniz gelir elinizi tutarlar,gözlerinize bakarlar,
yakındırlar, öyle yakındırlar ki onlara farketmediğiniz kadar yaklaşmanızı sağlarlar. Aslında siz öyle birşey planlamamıştınız.
Belki ilk gruptaki insanlar da sizi seviyordur ama kendileriyle öylesine kavgalıdırlar ki, içlerinde o kadar savaşırlar ki, size çatık kaşla sürekli abes hareket ediyormuşsunuz gibi tenkidle bakarlar, güya sizi severler, sizi uzaklaştırmak isterler, yanlıştan, hatta kendilerinden.
Sanki onlara yaklaşınca bir ateş hattında kalacaksınız, belki de doğru çünkü ateş hattında onlar, ama belki de ateşkese sebep olacaksınız.
Bazıları aşkta da böyledir. Biri kızı kendinden uzaklaştırır. Sert davranır, neredeyse kovalar. Aslında kız onu sevmektedir.
Adama göre kız zarar görecektir, uzaklaşmalıdır. Bu da onun sevme biçimidir. O sırada kıza biri ilgi gösterir.
Kızın önüne iki seçenek çıkar. İlki kendisini tersleyen adama sadakatte devam edecektir. Bu durumda aşk sıdk suretine dönüşür.İkincisi kız aşkı mukabelenin geldiği yöne, yapraklarını güneşe döndüren çiçek gibi çevirecektir, bu da aşkın ihsan ismiyle devam etmesidir.İlki zor ikincisi daha kolaydır. Ancak ben hangisinin daha üstün olduğuna karar veremedim.
Bir yolun diğerine göre zor olması onu bizzat üstün kılmaz. Toprak altından yol kazan zorlanır,ama su ve havada giden daha kolay yol alır.
Bu meseleye şöyle bakmak da mümkün, her insan biriciktir, sevdiğiniz de. Kimse onun yerini tutamaz, hor da davransa, sıkıntı da verse.
O kapı size sevdirildi ise oradan ayrılmamalısınız, çünkü başkası onun yerini tutmaz. Bu Ehadiyet bakışıdır.
Bir de Vahidiyetle bakmak var ki, madem ki herşey Hakkın bir vechidir, herşey Onun elindedir, Onun bir tecellisi bir başka tecellisi ile yer değiştirir. Onun ikramı devam eder, sevgisi nereden dilerse ordan yüz gösterir, siz de O sevgilinin yüzün gösterdiği pencereye yönelirsiniz.Ben de bu ikisi arasında gidip geliyorum hep.
Bende ikisi de eşit ağırlıkta galiba. Kah "bu tek" diyorum, kah "hepsi bir" diyorum.İkisinin de doğru olmasını seviyorum.
Bir tek Allah size "seç birini" demiyor. Bir tek Ona "Hem o hem o" denilebiliyor.
Çünkü bazen seçmek "kırk katır mı kırk satır mı" denecek kadar ağır birşey oluyor.
İyi ki rahmet var, iyi ki O var.
İyi ki Allah sizin için zorluk dilemez, kolaylık diler.
Ben bir şeye sabitlenmeyi severdim eskiden, bunu sebat sadakat sanırdım, ama bu bazen inat ve ahmaklık da olabiliyor.
Arada çok ince bir çizgi var, ilkinde Allah böyle istiyor diyerek yapıyorsunuz, ikincisinde ben böyle istiyorum diye.
Ben girince araya, sebat gibi sadakat gibi güzel ahlaklar gittiği gibi, gelen yeni tecellilerden de mahrum oluyor insan, çünkü eli dolu, çünkü yeniyi kabul etmeye, kucaklamaya yer yok koynunda.
Onun için olunca bir yerde durmak da yol almak, Onun için olmayınca çiçekten çiçeğe konmak da yerinde saymak.
Onun için durmak da seyr-i süluk, Onun için geçmek/terk etmek de seyr-i süluk.
----
"İhsanın karşılığı ihsandan başka nedir ki?" (ayet)
"İnsan ihsana perestiş eder. İhsanın geldiği yere yönelir. Cemal ve kemal bizatihi sevilir." (risale-i nur)
"İhsan Allaha Onu görür gibi kulluk etmendir. O seni görüyor ya"(hadis)
"Dinin sonunda varacağınız yer ihsandır." (hocamın sözü)
"İnsanlara hasen davranın(hasen ihsandan gelir)"(hadis) Yani onlarla Allahı görüyormuş gibi ilişki kurun. Onlarda Allahı görün.
Veren elin üstünde Allah'ı görün, Rahman'dan alın. Verdiğinizde verdiğinizin Rahman'ın eline düştüğünü bilin, öyle verin.
Sadece parayı mı, sevgiyi, merhameti, iyiliği, adaleti, hasen olan herşeyi.
Kabil gibi sunağa çürük meyveler koymayın, Allaha veriyorsunuz. Sizin sunağınız insan, sunağa bırakmak, insanın eline, kalbine bırakmak.
Allah güzeldir güzeli sever. Allah'ın her yaptığı güzeldir. Öyleyse siz de Ona hasen şeyler verin, güzele sizin takatiniz yetmez.Elinizden gelen hasendir, siz onu yapın.

Mona Islam

24 Ocak 2012 Salı

Sen Benim Ölüme Gülen Yanım

Çünkü izi kalır vedaların.
Yarım bırakır beni.
Bu şehir kadar anlamsızım.
Gülüşlerimi siyah yıldızlara astım.
Düşlerim çoktan bittiler.
Yorgunum söylenmemiş bir söz kadar.
Ve tövbekâr...
Z/amansız bir çığ gibi düştün.
Büyüdün yüreğimde.
Nasıl kıydıysan gecelerime,
Sessiz sedasız harflerle,
Şimdide öylece susuyorsun,
Ölüme kadar belkide.
İzi kalır son nefesimde 
Adını söylerim meleklere.
Geç kalma! korkarım sensiz sonra.
Azraile gülmek kadar cesaret işiydi seni sevmek.
Soğuk bomboş odalarda hayata ve sana veda etmek.
Gözlerimi kapıyorum şimdi usulca sana.
Soğuyor avuç içlerim.
'(Su's)uyorum.
Sus...

elmas

22 Ocak 2012 Pazar

Bir gece vakti öylesine...


Hani olur ya bazen; ne diyeceğinizi bilemezsiniz.Kelimeler koşar adım gelirde dilinizin ucuna, bir türlü dökülmek bilmez.Konuşmak istersiniz, delice.İçinizde ne varsa düne dair bir bir çıkarmak tozlu hatır raflarından.Olmaz ama... Susmak istersiniz, kimi zaman sağ çıkamazsınız içinizdeki söz yangınlarından, kimi zaman düşünce rüzgarınızın önüne düşer, ondan önce gidersiniz.Aklınız başka bedeniniz başka bir yerdedir.Paramparçasınızdır.Zaten yarım olan kendinizi kaybetmenize ramak kalmış olduğunu duyumsarsınız.
Çekip gitmek istersiniz kimsenin sizi bulamayacağı bir yere ama olmaz, insan herkesten kaçsa bile nasıl kaçar içindeki sesten.Herşey karmakarışık olur.Ya da sadece siz böyle hissedersiniz.Kimsenin sizi anlamadığını düşünürsünüz haklısınız!...
Kim anlar ki yüreğimizden geçenleri, kim söyler yarım kalan türkülerimizi... Geceleri sabahlara ekleyip, gözyaşımızı bekleyişlerimize katık ettiğimizi kim bilir? Duaya saklanmış gözyaşlarımızı silmeye kim cesaret edebilir?
Ardı ardına sıralanmış hayal kırıklıklarımızı sarmaya, umut kırıntılarımızı toplamaya kimin gücü yeter?
Sabırla örülü günlerin sökük yanlarını dikmeye kim talip olur?...
İnsanız işte! Hani o unutan, zalim, cahil, zayıf, nankör olan...
Hayat denizinin dalgaları arasında çırpınır dururuz da, çırpındıkça battığımızı iş işten geçince fark ederiz.İmdat ederiz.Ne sesimizi duyan, ne bir el uzatan olur.Yalandır suretler.Dokunmak için elimizi uzattığımızda kaybolan birer seraptır tutunmaya çalıştıklarımız.Kopmaya mahkumdur en sağlam sandığımız bağlar.Anne deriz önce, Annem! oysa  sadece emanetizdir o şefkatli ellere.Babam deriz güven dolu bir sesle.Nafile...
Yarim deriz.Diğer yarımız, yarınımız, adına can/canan dediğimiz...
Ama anlarız ki ''Gün gelir; yâr dahî göçer gidermiş''...
Göremeyiz işte her an bizimle olanı, dalmışız bir kere gaflet denizine. Ya Rabbi! dediğimizde Lebbeyk! diyeni duymaz sağır kulaklarımız.Oysa O cc duyar, O cc görür, O cc bilir.Unutmaz biz  unutsakta, unutulsakta...
Kimsemiz yok işte O cc dan başka.Ne güzel demiş  diyen ''O' nu bulan neyi kaybeder, ve O' nu kaybeden neyi bulur diye''.
Hakiki Kimsesini bulan, Kimsesi O cc olan, O'ndan başka kimsesi olmayanlardan olabilmek için sahip olduğumuzu zannettiğimiz herşeyi kaybetmeye değmez mi?

Elmas Kılıç


10 Ocak 2012 Salı

Sonsuza Doğru



Gözlerim düşer, gölge diye ardın sıra gidişlerine.
Güneş batıp giderken ötelere, yollarına yıldız serer, bir anne şefkatiyle. 
Akşam olur, hava soğur, son seferler yine sen der durur.
 İlk akşamdan gözlerimin kıyısına sensizliğin yağmuru vurur.
Rüzgârlar her dem adını söyler, bitmeyen bir faslı şitâda.
Aşk şimdi mahzun, solgun bir çiçek dudaklarımda.
Duaların kanadı kırık, aminler hep yarım avuçlarımda.
  Sen ki; yüreğimin mührüsün, lefi mahfuzda
Ruhumun verdiği sözdür sevdan, kâlu belâda.
Bir adın beklemekte olsa bil, beklerim.
Ki, beklemek; Sevdaya kalan en büyük mirastır.
Susmak sır, beklemek sabırdır.
Yüreğimi atsanda kör bir kuyuya
Yusufî bir teslimiyet sızar duvarlarıma.
Ay, ışığını bekler parlamak için sessizce.
Kalpleri kader bağlarmış ezelde.
Bitmedik her sevda namzetmiş ebede.
Bu yüzden kavuşmalar kalırmış mahşere.
Mahşerde açarmış, sonsuz bir sevgiyle sevgili elinde.

Elmas Kılıç

1 Ocak 2012 Pazar

Seni Anarken




Güneşin battığı yerdesin
Sesin soğuk ve uzak
Kalmak ne mümkün
Varsın sanarak
Kaçmak;
Senli tüm renklerden
Denizden, gökyüzünden,
İçinde adının geçtiği her bir cümleden.
Hatta kendimden...

Suskunluğa büründüğün yerdesin
Ellerin soğuk ve uzak
Kendinden, kendine kaçtığın, önce
Yaralayıp sonra yine sardığın şehirdesin.
Ahh... Susmak;
Sana, kendime...
Oysa saklayacaktım ele vermeseydi bizi kelimeler
Anlatmayacaktım, bilmeyecekti kimseler.
Sükuta gömülecekti bembeyaz düşler.

Hem yitirip hem bulduğun o yerdesin
Gözlerin soğuk ve uzak
Yüreğini içinde boğduğun, sonra
Kaçıp kurtulduğun kenttesin.
Gitmek... Uzaklaştığını sanarak,
Her bir adımda biraz daha yaklaşarak
Gitmek, hemde böyle kalarak...
Seni mavi şehre haykırarak
Kendimi yok bir ateşte yakarak
...

Şimdi;
Sesini martılara bırak.
Ellerin, rüzgarında kalsın bu şehrin.
Gözlerini boğazın sularına salıver gitsin.
Ben ki olmasan da, bulurum seni.
Bilirim yüreğinin başkentindesin.
İsmini kulağıma fısıldayan şehirdesin.

Elmas Kılıç